Ne Güven Kaldı Ne İstikrar!
31.3.2021
Ne Güven Kaldı Ne İstikrar!
Haftalık basın açıklamasını gerçekleştiren Genel Başkanımız Sayın Temel Karamollaoğlu Merkez Bankası başkanlarının değiştirilmesini, yaşanan polis intiharlarını, İçişleri Bakanı Soylu’ya cevap veren parti mensuplarımıza verilen cezayı, AK Parti kongreleri sonrasında gelen kısıtlamaları, iktidarın oluşturduğu güven ve istikrar problemini gündemine aldı.
Güven ve İstikrar Yok Oldu
Genel Başkanımız Temel Karamollaoğlu, haftalık basın toplantısında gündeme dair açıklamalarda bulundu.
Gündemine Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik şartları alan Karamollaoğlu; pandemi ile birlikte daha da derinleşen ekonomik krizi gündemine aldı. Karamollaoğlu iktidarın Merkez Bankası başkanlarını görevden almasını sert bir dille eleştirerek; “Uluslararası normlarda bir kaide vardır; bir Merkez Bankası Başkanı en azından 5 sene görevde kalır. Yani biz 20 seneyi 2 senede kat ettik.” dedi.
Sorunu Merkez Bankası’nda aramanın hatalı bir yaklaşım olduğunu dile getiren Karamollaoğlu; artan faiz oranları, döviz kurundaki dalgalanmayı da değerlendirerek yatırımcının Türkiye’de yatırım yapmayacağını söyledi.
Lebalep kongreler yapılırken esnafa kepenk kapattırılmasının ise çifte standart olduğunu vurgulayan Karamollaoğlu; güven ve istikrarın yok olduğunu dile getirdi.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun iddialarına cevap veren Saadet Partili iki vatandaşımızın ceza almasını sert sözlerle eleştiren Karamollaoğlu, hakaret eden, iftira atanın ceza almadığını, buna karşı çıkanın ceza aldığını söyleyerek basın toplantısını sonlandırdı.
Pandemi ve Esnafın Hali
Kıymetli basın mensupları;
Pandemi şartlarının etkisiyle Türkiye’de zaten var olan kriz daha da derinleşmiştir.
Ne yazık ki iktidar ve Sn. Cumhurbaşkanı bu problemlere çözüm üretemiyor. Bu sebeple de her geçen gün sıkıntılarımız daha da derinleşiyor.
Ne yazık ki birçok yerde insanlarımız ümitlerini yitirdiği için intihar ediyor ve bu acı olaylar giderek artıyor.
Ekonomik gelişmelere değinecek olursak; ekonomide elle tutulur neredeyse bir şey kalmadı. Sn. Cumhurbaşkanı problemi hep Merkez Bankası başkanlarında arıyor. Son 2 yılda 4 Merkez Bankası Başkanı gördü bu ülke.
Uluslararası normlarda bir kaide vardır; bir MB Başkanı en azından 5 sene görevde kalır, yani biz 20 seneyi 2 senede kat ettik.
MB Başkanları kendi haline bırakılmış olsaydı inanıyorum ki Türkiye bugünkünden daha kötü olmazdı.
Sorunu Merkez Bankasında Arıyorlar
Cumhurbaşkanının kendi makamını muhafaza etmesi istikrarın bir işareti değil, tam tersi her konuya el atıp bunu da ben düzeltirim demesi istikrarsızlığın işaretidir!
Bu şartlar altında asgari ücret artık geçerliliğini yitirdi. Çok değil tam 3 ay içinde geçerliliğini yitirdi.
Enflasyon aldı başını gidiyor! Merkez Bankası faizi %19’u bulursa enflasyonun artmaması mümkün değil.
Şirketler, şahıslar bu faiz üzerinden borçlanıyor ve bu borçlanma akabinde fiyatlar kendiliğinden artıyor.
Para bulamayınca Merkez Bankası faizleri mecburen yükseltiyor, %7-8’leri çok görenler, bugün %19’lara çıkardılar faizi.
Bu faiz oranları ile herhangi bir esnafın, çiftçinin kendi problemlerini çözmesi mümkün mü? Elbette mümkün değil.
Bu şartlar altında bu ülkeye yatırım yapılmaz elbette!
Şimdi, Kanal İstanbul çok ama çok verimli, bize milyarlar kazandıracak bir proje diye takdim ediliyor!
Türkiye’nin en büyük yatırımı olacakmış ve garanti verilecekmiş.
Biz bu garantiyi otobanlarda, havalimanlarında, köprülerde gördük. Milletin iliğini sömürdünüz.
Çifte Standart Uygulanıyor
Şimdi pandemi sebebi ile iş yerleri tekrar kapanmaya başladı.
Bu insanların dertleri ile dertlenilmediği için o sektörler batıyor şu an.
Bunun yanı sıra dolar 8.33 civarında. Manzara gösteriyor ki adım adım bu rakam yükselecek.
Bu rakamın yükselmesi özellikle borcu olanların borçlarını ödeyemeyeceği manasına geliyor.
Bakın, ihracat çok kötü bir durumda. Geçen ay ihracat 31.5 milyar dolar, ithalat 37.5 milyar dolar; aradaki fark 6 milyar dolar.
Bu rakam böyle giderse en azından 60-70 milyar dolar dış ticaret açığı vermemiz söz konusu.
Bugün Türkiye’de en çok kar eden kurumlar bankalar, yurt dışında ise üretim yapan firmalar ilk ona girerler. Bizde ise tam tersi.
İktidar bu şartlar altında işsizliğin artmadığını iddia ediyor. Siz dalga mı geçiyorsunuz?
Muhterem arkadaşlarım, şu anda Türkiye’de yaklaşık olarak neredeyse beş milyon gencimiz işsiz.
İktidar bu gerçekler karşısında dikkatleri başka yere çekmeye çalışıyor.
İktidar çifte standardı başka yerlerde de uyguluyor.
Nerede uyguluyor, lebalep kongrelerde! Şimdi kongreler bitti, kısıtlamalara geri dönüyoruz.
Biz Saadet Partisi olarak kongrelerimizi mesafe kuralına uygun bir şekilde gerçekleştirmeye özen gösterdik.
Buna rağmen valilikler 600 delegesi olan illerde salona 200-250 kişi katılabilirsiniz deyip engellemeye çalıştı.
Muhterem arkadaşlar, bu keyfiliğin bedelini bu iktidar muhakkak öder.
Düne kadar iktidara destek verenler, şimdi yeni tek parti dönemini görünce artık bu iktidara güven kalmadı diyorlar.
Güven ve İstikrar Yok Oluyor
Muhterem arkadaşlar;
Türkiye sistemsel bir krizin içerisinde. Her geçen gün derinleşen problemler bunun en net delili.
Bakınız Sn. Erdoğan, Türkiye başkanlık sistemine geçmeden evvel kamuoyuna şunları söylüyordu;
“Türkiye'ye yakışan Türk tipi bir başkanlık sistemini devreye sokalım. Bu, Türkiye'ye çok daha hızlı bir şekilde kalkınma fırsatı verecektir diyorum, onun için bunu savunuyorum."
“Güçlü olmak için de sürekli krizlere yol açan mevcut sistem yerine istikrarın ve güvenin garantisi olan başkanlık sistemini bir an önce milletimizin onayına sunmamız gerekiyor.”
Peki bu sisteme geçtik geçeli ne oldu?
Türkiye çok daha hızlı bir şekilde ekonomik bir krizin içerisine girdi.
Türkiye’de başkanlık sistemi istikrarsızlığın ve güvensizliğin garantisi oldu!
Vatandaşı Aşağılayan Bir Zihniyet Peyda Oldu
Başkanlık Sistemi ile güçlü devlet kuracağız derken zayıf millet olma noktasına geldik. Ne demek istiyorum?
İtibardan tasarruf etmeyen, lüksten taviz vermeyen, yazlık kışlık saray yapmaktan geri durmayan, son model araçları, gösterişli makam odalarını terk etmeyen bir sistem inşa edildi.
Sonuç ne oldu? Tepeden bakan bir iktidar ve aşağıda hesabı ödeyen bir millet ortaya çıktı!
Bunun yanı sıra unutmayalım ki vali de kaymakam da memurdur. Bu memurlar millete hizmet etmek için vardır.
Affınıza sığınarak söylemek istiyorum ama vatandaşa “Arka ayaklarını indir!” diye hakaret eden bir zihniyet peyda oldu.
Bu zihniyetten millete hizmet etmesi beklenemez. Siz milletin amirleri değil hizmetkârısınız.
Yabancılar halka hizmet edene memur derler! Bizdekiler ise halkın ensesinde boza pişirmek istiyorlar.
Bu zihniyettekiler memur olamazlar ancak ve ancak zalim bir yönetimin temsilcisi olabilirler.
Dış Politikada Savruluyoruz
Ülkemizde içerisinde yaşadığımız gündem kadar dış politikada yaşanan gelişmeler de bizleri endişelendirmektedir.
Biden’dan sonra ABD, BOP’u gündemine tekrar aldı. ABD Ortadoğu’ya iniyor.
Bakınız; ABD bizi her yerden kuşatıyor. Yunanistan üzerinden kuşatıyor, Bulgaristan üzerinden kuşatıyor. Romanya üzerinden, Kıbrıs üzerinden bizi kuşatmaya çalışıyor.
Açıkça söylüyorum; bugün Türkiye kuşatılıyor. Hedefte Türkiye var. BOP başımızın belası, bunu herkes bilmeli. Özellikle “Dışişlerimiz” bunun farkına varmalı.
Muhterem arkadaşlarım, Suriye’nin darmadağın olmasına bizim yanlış politikalarımız sebep oldu. Irak’ın, Libya’nın bu hale gelmesine bizim politikalarımız sebep oldu. Biz sahip çıkamadık.
Türkiye ne şart altında olursa olsun İslam ülkelerini yaklaşan tehlike konusunda uyarmak zorundadır.
Türkiye bu savrulmanın dışına çıkmadan, dış politikasını yeniden tanzim etmeden, bugün kavgalı olduğu ülkelerle bile irtibat kurmadan Türkiye’yi savunmak imkansız hale gelecek. Bakın, işte Ege Adaları gitti.
Yunanistan, zamanında Kardak’a çıktığında donanma ile gittik. Nerede şimdi donanmamız?
Emniyet Teşkilatımıza Özen Gösterilmeli
Hiç şüphe yok ki bir ülkenin huzur ve güvenliği için vazgeçilmez iki unsur varsa bunlardan biri adalet, diğeri ise emniyettir.
Son yıllarda atlattığımız büyük badireler sebebi ile her iki kurum da sıkıntılı, huzursuz ve endişeli...
Haliyle bu durum ülkemize zarar verdiği gibi bu kurumlarda çalışan kardeşlerimize, personele de zarar vermektedir.
Emniyet mensubu kardeşlerimiz bize sıkıntılarını, dertlerini anlatıyor. Ben huzurlarınızda emniyet mensuplarımızın yaşadığı bazı sıkıntıları dile getirmek, dertlerine bir nebze de olsa ses vermek istiyorum.
Görevini yapan polis memurları “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?”, “Sen beni nasıl durdurursun?” gibi tehdit ve baskılara maruz kalmaktadır.
Son dönemde bu tür örnekler çok sık yaşanmaya başladı. Bunun yanında artan “mobbing” uygulamaları da polisimizi ciddi manada yıpratmaktadır.
Yöneticilere düşen görev; polisimizi ezmek, baskı altında tutmak, psikolojilerini bozmak değil; emniyet teşkilatının çalışma şartlarını düzeltmek, özlük haklarını üstlendikleri sorumluluğa uygun hale getirmektir.
Buna ek olarak normalde çalışma süresi ayda 160 saatken bir polis ortalama 240 saat çalışmaktadır. Ek görevler buna dahil değildir. Polislerimizin çalışma saatleri mutlaka düzenlenmelidir.
Her seçim döneminden önce iktidar emniyet mensuplarına 3600 ek göstergenin getirileceğini vaat ediyor ama bir türlü bu 3600 ek gösterge polisimize verilmiyor. Bu sorunun da ivedilikle çözülmesi icap etmektedir.
Bir başka sıkıntı fazla mesai ücretleridir. Polis gece gündüz, bayram seyran demeden çalışmaktadır. Emniyet mensuplarımızın 160 saati aşan her çalışması hak ve hukuk çerçevesinde ücretlendirilmelidir.
Polislerimizin yanı sıra bugün atanamayan öğretmenlerimiz var.
Ücretli öğretmenlerin hakları verilmiyor; hakları muhakkak verilmelidir.
EYT’liler yıllardır bir sıkıntının içindeler, bir türlü çözüm bulunmadı.
Sadece onlar mı? Tarım elemanları geçen gün bize geldiler. Bunlara sertifikalı tarım danışmanı diyorlar.
Çok önemli bir vazife icra ediyorlar, çiftçinin problemleri ile ilgileniyorlar. Çok hayati bir görevleri var ancak birkaç sıkıntıları var.
Bu çalışanlar aylık 2500 lira civarı para alıyorlar. Düşünün asgari ücretin altında bir maaş alıyorlar, yazık değil mi?
Saadet Partili Vatandaşlara Verilen Ceza
Şimdi huzurlarınızda bir diyaloğu sizlere aktarmak istiyorum;
İçişleri Bakanı Soylu 31 Mart Seçimleri döneminde herkesin gözü önünde, kameraların karşısında PKK ile Saadet Partimizin sözleşme imzaladığını iddia etmiş, parti mensubu iki kardeşimiz de;
‘Yalan! Eğer böyle bir anlaşma varsa, Allah bu anlaşmayı yapanların belâsını versin!’ deyince Soylu, bu kardeşlerimize;
“24 Haziran’da Saadet Partisi sattı bu milleti, hadi oradan densiz. Karamollaoğlu sattı. Densiz, ne söylüyorsun? Utanmadan bir de milletin içine çıkıyorsunuz." dedi.
Hukukun işlediği, güçlünün değil hukukun gücünün olduğu bir ülkede iftira eden, hakaret eden ceza alması gerekirken bu hakaretlere, iftiralara karşı çıkan Saadet Partili iki kardeşimiz ceza aldı.
Öncelikle verilen bu cezayı vicdanlara havale ediyor ve esefle kınıyorum. Hakikaten ben bu hakimlerin karşısına çıkmak istemem. Bunların ben Allah korkusu olduğuna inanmıyorum! Bunların vicdanı olduğuna inanmıyorum! Adil olduklarına hiç inanmıyorum!
Bizim PKK ile anlaşma imzaladığımızı iddia ediyorlar, bu imzayı getirmeyen şerefsizdir! Bu ülke bunlarla yaşanamaz hale getiriliyor.
Aynı dönemde ben pasaport almaya gittiğimde pasaportumu alamadım, neden?
Çünkü pasaportumun karşısına terör yazılmış. Olay ortaya çıkınca elleri ayaklarına dolaştı, pasaportumu iki gün içinde verdiler.
İftiralarla, baskılarla ve yalanla bizleri sindirmeye çalışanlar bilmeli ki bu çabaları boşa çıkacaktır. Ne olursa olsun biz milletimiz için hizmet etmeye devam edeceğiz. Adil bir düzeni ve Yaşanabilir Türkiye’yi muhakkak kuracağız.
Şairin dediği gibi;
“Felek her türlü esbab-ı cefâsın toplasın gelsin;
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten.”